Lexlias RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Lexlias RPG

Lexlias RPG
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Mnestra.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Hypnosé
Dionysos'un Halkı
Dionysos'un Halkı



Mesaj Sayısı : 6
Kayıt tarihi : 28/08/10

Mnestra. Empty
MesajKonu: Mnestra.   Mnestra. Icon_minitimeC.tesi Ağus. 28, 2010 10:34 pm

Mnestra Laodameia Iarea
Dionysos


    On yedi ya da on sekiz yaşındaydım. Macera tutkunuzun en üst seviyede olduğu ve kendi düşünceleriniz dışında başka fikirlere yer vermediğiniz o sorunlu çağdaydım anlayacağınız. Farklı insanları uzak tutardım kendimden yapım gereği. Kendimi beğenmişliğimden değildi bu öyle yetiştirilmiştim. İnsanlar kendini beğenmişin teki olduğumu söylediğinde ki her fırsatta dile getirirlerdi, asla neden böyle olduğumu sorgulamadım, değişmeye çabalamadım. Uyutmak için bana söylenen masum ninnilerde bile özel olduğum tekrarlanırdı. Kimse bilmiyor ama benim burada olmamı o saf gibi görünen ama şeytanın kızına dönüşmemi ninniler sağladı. Daha doğrusu bu onların suçu. Hata hem de büyük bir hata. Annem sarı saçlarını geriye atıp ince kollarıyla beni sardığında, hep farklı olduğumu söylerdi bana. Anlamamıştım neden her fırsatta bunu dile getirirlerdi? Neydi beni farklı ve özel kılan? Bir tek ben vardım bu koca dünyada aklı çalışan. Çünkü nedenini bilmiyor olsam da bana öğüt vermeye çalışan farklıyım. Bunu insanlara baktığımda görüyorum onlardan değilim ben. Şimdi hemen önümde yerde yatan kafası kabak gibi ortadan ikiye yarılmış adamdan da farklıyım. Aramızdaki fark onun ölü oluşu değil. Ben Fransız dadımın deyimiyle “Consacré”, yani adanmış. Neden özel olduğumu biliyorum. Yaşama saygım yok benim sonsuz kibrim var merhametimi yiyip yok eden. Kimseyi dinlememeyi adet edinmiştim ama benim hatam değildi. Şimdi düşünüyorum da, evet düşünmek için çok yanlış bir an, hem çok geciktim, az da olsa dinleseydim iyiliğimi düşünen insanları, burada olmazdım. Işıklar sönmezdi, gittiğim yolu görürdüm. Sapmazdım doğruluktan en büyük ilkem olan adaletten. Hep derlerdi ben bitkibilimci olmamalıymışım. Hem zeki hem de adalet takıntısı olan biriyim başkalarına göre politikaya atılmam gerekliydi. Benim gibilere ihtiyaç duyuyormuş yaşlı ve kanla yıkanmış dünyamız. İnsan hayatının kutsallığına kalpten inanan biri olarak bunu başarabilirmişim. Değişimi başlatmak ellerimdeymiş.
    Bunları neden düşündüğüm hakkında en ufak bir fikrim yok. Anlamı da yok bundan sonra, istesem de gerçekleşemez. Sadece hayal, bir çeşit canlı rüya. Anılara dalmanın anlamı yok benim için. Tek yapmam gereken bu pis sokaktan bir an önce çıkıp kaderimi kabullenmiş gibi yapıp gülümsemeye çabalamak. İstemesem de dönüyorum başlangıca.
    Gittiğim kolej başarılı öğrenciler arasında kura çekmiş, seçilenleri araştırma gezisi için Hindistan’a yollamıştı. Beş arkadaştık. Üç erkek iki kız koyulmuştuk yola. Onları tanıyor olmamın büyük bir şans olduğunu düşünmüştüm ilk başlarda. Bu aşrı bir güven duymama sebep olmuştu kendime, o yüzden hiç tanımadığım birine sormuştum kaderimi.
    Maymunlarla dolu caddelerde yürürken denemek için sokak satıcılarından aldığımız geleneksel yemekleri bir an önce midemizden atabilmek amacıyla hızla uzaklaşıyorduk ana caddeden. Otantik kokular midemi bulandırmaya başlamıştı. Aklımda hep baharat kokacağı vardı sokakların. İngiltere’de Hint esintisi diye satılan kokuları yakıştırmıştım bu egzotik ülkeye. Bulduğumu aksine yani. Minicik, kıvrık burunlu insanlar vardı sokaklarda; gülümseyen yüzlerini kanmıştım, sevmiştim bu ülkeyi. Ne büyük yanılgı! Birden karşıma çıkan ufak tefek, kambur kadını görmemiş, hızla çarpmıştım yaşlı bedenine. Esmer tenine karşın masmavi gözlerini bana dikip falıma bakmak istediğini söylediğinde içimden bir ses bunu yapmam için yalvarırken diğeri şiddetle karşı çıkıyordu. Sırtının o halde olmasına sebepmiş gibi görünen bohçasını yere bırakmıştı bile. Ben daha ağzımı açamadan göçebe olduğunu tahmin ettiğim kadın, sol avucumu kirden simsiyah olmuş eline alıp uzun süre bakmıştı bir şeyler mırıldanarak. Gözleri dev gibi olmuştu avucumdaki çizgileri tırnaklarıyla takip ederken dudakları ağır ağır oynuyordu. Elimi çekmek istediysem de kızgın bir panter çevikliğiyle tekrar almıştı elimi. Sanki söylemek istedikleri vardı ve mühürlenmişti çatlamış dudakları. Yavaşça başını kaldırdı, elimi sanki iğrenç bir paçavrayı bırakır gibi geri ittirdi. Bradley’in beni çekiştirdiğini fark etmiştim ama ayaklarım oraya yapışmıştı sanki. Kaderimi o kadının bilme ihtimali değildi beni orda tutan yalnızca mistik şeylere olan takıntımdı. Başparmağını alnıma dayayıp gözlerini kapadığında tek düşündüğüm oyunbaz kadının küçük elindeki kirin suratımla temas ediyor olduğuydu. Ne söyleyeceği umurumda değildi aslında. Sırf para kazanmak için mistik görücüler gibi rol yapan, kurnaz, bir yaşlı kadındı karşımdaki.
    “Katil!” Ne olduğunu anlayamamıştım. Biri durduk yere size böyle bir şey derse anlam veremezsiniz, normali budur. Gözlerinde oluşan nefreti kelimelerle ifade edemiyorum. İlk defa kendimden korkmuştum o gün. Sadece ne demek istediğini sormuştum kibarlıkla. O kadın sinirlerimi bozuyor olsa da ben nazik bir kızdım Kadın gözlerini elleriyle kapayıp, falıma bakmak için yere bıraktığı bohçayı sırtına attı. Beni şikâyet eder gibiydi görünmeyen varlıklara. Gözlerini bir yere dikip boş boş bakmıştı bir yandan da asla duymak istemeyeceğiniz türden bir çığlık atıyordu, “Kali içine girmiş bu masum kızın. Katil, katil! Kali’nin ruhu sende küçük kız dikkatli ol. Bir daha asla ülkenden çıkma. Asla!” Arkadaşlarımın gözlerindeki korkuyu görmüştüm, bana bakıyor ve kaçmamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Dostum dediğin insanın sana korkuyla bakması çok acı vericidir. Bradley mavi gözlerini kaçırıyordu benden. Haklıydılar aslında. Hindistan’dan döndüğümüz gün okuldan kaydımı aldırıp Amiş teyzemin yanına, Ohio’ya yerleşmiştim. Güçsüzdüm o kadar savaş vermiştim ki kendimle, çıldıracağıma o kadar inanmıştım ki korkarak bu yere gelmiştim. Günlerce hiçbir şey açmadan sadece Hindu türküleri söyleyerek zamanımı geçirmeye başladığımda kararlaştırmıştım gelmeyi. Annem sonuna kadar karşı çıktıysa da… Hiç zorlanmadım dersem yalan olur çünkü en büyük sevdamdan vazgeçmiştim, müzik dinleyememek beni çıldırtıyordu. Düğmesi dahi olmayan düz kesim siyah elbiselerle dolaşıp, saçlarını görünmeyecek bir biçimde başlığa tıkıştırmak beni en az rahatsız eden şeylerdi. Teknolojiden uzaktım, fermuarı bile teknolojiden sayan insanlarla yaşamanın zorluğunu siz düşünün artık. Çoğu kez at arabasıyla yolculuk edilirdi. Onların günahkâr diye adlandırdıkları asıl normal olan insanlara bir şeyler satarken, neden bunu yaptığımı daha iyi anlamıştım. Koşuşturmaca yıpratmıştı beni. O aptal kadının söylediklerini kafaya bu denli takıp, aptalca şeyler yapmam stres yüzünden harap olan sinirlerimin suçuydu.
    Şehrin kilometrelerce uzağındaki bu ıssız semt bile ne kadar gürültülü gelmişti adım attığımda, yani üç saat kadar önce. Tek ses kaynağı güçsüz bir pervaneydi hemen üstümde duvara takılı olan. O bile bana cehennem azabı gibi gelmişti. Köyümüzdeki doğal ve rahatlatıcı hayvan seslerinin ruhumda oluşturduğu sahte arınmışlık duygusu beni ilk kez şimdi rahatsız ediyor. Hemen ayrılmalıyım buradan.
    O gün orada benimle olan Bradley, Stephen, Sam ve büyüleyici güzellikteki Rus arkadaşım Maria ile bir daha görüşmedim. Ne seslerini duydum ne de bir satır dahi bir şey okudum onlardan. Attıkları mektupları dahi yırtıp yakmıştım.
    Bradley kapımı çaldığında öğleyi biraz geçiyordu. Güneş, yeşilden başka herhangi bir rengin olmadığı uçsuz bucaksız araziyi aydınlatırken ben elimdeki çamaşırları bahçedeki ipe asıyordum. Dudaklarımda bir halk ezgisinin umutlu sözleri vardı. Küçük kuzenlerimin minik elbiselerine baktıkça içimde tarifsiz bir acıma duygusu belirdi. Hayatlarını bu anlamsız yerde geçireceklerdi, ot gibi yaşayıp en sonunda buradan çıkmamış olmanın pişmanlığıyla göçeceklerdi dünyamızdan. Çorapları asarken az sonra misafirlerin büyük eğlence için evimize geleceğini hatırlayıp aceleyle eve girmiştim. Misafir geldiğinde çıkarılan, altın rengi kapağıyla insanı kendine çeken sarı yapraklı İncil’i odaya koyarken zihnimde evirip çevirdiğim düşünce bu kez orada olmak istemediğimdi. Tekrar dışarı çıktığımda, gördüğüm şey yüzünden çığlık atmak istediysem de mideme geri gönderdim.
    “Selam...” Gözlerindeki acımayı görmek beni delirtmişti. Baştan sona süzerken beni eski halimi hatırlamıştı belli ki, beş sene önceki çılgın beni. “Daijah?” cevap veremeyip sadece başımı sallamıştım. Rüzgârın korkularımı alıp götürdüğünü hissediyordum, kalbimin üstündeki acı veren ağır kütle kalkmıştı sanki. Ellerimdeki çamaşırları yavaşça toprak yüzeye bıraktıktan sonra onun peşinden gitmiştim. Hiçbir eşya almadım. Sadece kendimi getirdim buraya, Hindistan’a.
    Xx
    Kafamın içinde binlerce akupunktur iğnesi var sanki tek tek yalnızca acıtmak için saplanıyorlar. Başımın çıldırmama yetecek kadar ağrıması hiç umurumda değil şu an. Kırmızı renkle bütünleşmiş cesur ellerimi göğsümde kenetleyip, yüreğimdeki adını koyamadığım ama orada olduğunu bildiğim acı verici ağır şeyden kurtulduğum için, şükrediyordum beni izleyen tanrıma. Hafif ve özgür. Kim olmak istersem, ne olmak istersem oyum artık. Hayallerimin beni ele geçirmesine izin veriyorum ben artık ne Daijah ne katil ne de bir başkasıyım. Düşlerle bezenmiş bir enerji kütlesiyim, sürekli gülen ve huzurlu bir varlık. Oyun oynayabilirim artık yaşamla.
    İnsan yaşamının kutsal bir şey olduğunu düşünür insanlar, hatta tüm kâinattaki en önemli şeyin sadece nefes almak olduğu sanılır. Peki ya bu denli kutsal bir şey sadece boyundan içeri yavaşça sokulan paslı bir demirle sonlandırılıyorsa bize yalan mı söylendi? Onu hala görebiliyorum, sarı saçları kan içindeki pis bir yumağa dönmüş durumda, al rengin ele geçirdiği güzel suratı bana bakıyor, yaptığımın hesabını soran pörtlek gözleri birbirinden oldukça uzaktılar ama söyledikleri şey aynıydı, anlatmaya çalıştıkları “Katil” olduğumdu. Elleri gri taşların üstünde iki yana açılmış parmakları boğuşmadan kalan izlerle dolu. Hiç pişman değilim. Son kez bakıyorum ona ve son nefesini verirken umutla kıpırdayan dudaklarına bastırıyorum soluk dudaklarımı. Artık nefes almadığını anlamak için son numaram bu. Onu seviyorum artık bizimle olmadığı için seviyorum. Huzura kavuşturduğum için onun lanetli bedenini mutluyum. Az önce çıtırdayarak yanmaya başlayan uzun, paslı elektrik direğinin ürkütücü gölgesine sığınırken yüzümdeki gülümsemeyi gizlemeyi başaramıyor ve kahkaha atıyorum.
    “Hoşçakal Bradley…” Ben artık bir gölgeyim. Karanlığın en aciz parçası. Beni bulmak mı istiyorsun? Şimdi git ve bir mum yak, ışıkları kapa ilk bulduğun gölgeye bak ben işte oradayım, sana el sallıyorum sevimli gülümsemem yüzümde, aldanma buna ki arkanı döndüğün an tırnaklarımı narin boynuna geçirme planlarımı engelle. Ben katilim. Aslınsa ben herkesim, ben senim. İçindeki, içinizdeki kötü parçayım ben. Ben hiç kimseyim aslında. Oyuna başladım, ebe sensin. Haydi yakala beni.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Amethea
Şair
Şair
Amethea


İnandığı Tanrısı : Apollon.
Uğurlu Eşyası (Varsa) : Eskiden Apollon rahiplerinden biri olan amcasına ait boynuz saplı hançer. Yanından hiç ayırmıyor.
En Belirgin Özelliği : Bir şaire göre fazla neşeli. Ya da insanlar şairlerin hep biraz hüzünlü olması gerektiğini düşünerek yanılıyorlar.
Mesaj Sayısı : 51
Kayıt tarihi : 25/08/10

Mnestra. Empty
MesajKonu: Geri: Mnestra.   Mnestra. Icon_minitimePaz Ağus. 29, 2010 10:36 am

Olumlu.
Anlatımınız o kadar sürükleyiciydi ki, okurken insanı içine çekiyordu adeta. Karakterinizin yaşamakta olduğu olayla ilgili hislerini, düşüncelerini çok iyi aktarmışsınız.

Olumsuz.
Birkaç imlâ hatasına rastladım. Ayrıca size 10 veya size 11 kullansaydınız daha hoş bir görünüm elde edebilirdiniz.

Puanınız: 98.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Mnestra.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Lexlias RPG :: Çöp Kutusu :: Rp İçi-
Buraya geçin: