Emeri McStochun
Mesaj Sayısı : 2 Kayıt tarihi : 18/09/10
| Konu: Emeri McStochun C.tesi Eyl. 18, 2010 6:08 pm | |
| Ad - Soyad: Emeri McStochun ama değiştireceğim. İnandığı Tanrı: Athena Rol Oyunu:- Spoiler:
Bugün/ Ölüme 3 saat
Bir gün öleceğinizi hiç düşündünüz mü? Ama öyle sıradan bir gün de sıradan bir şekilde ölmek değil kastettiğim şey. Anlatmak istediğim, söylemek istediğim şey, korkunç, akıl almaz bir şekilde öleceğinizi öğrendiğiniz de ne yaparsınız? Kaçış yolunuz yoktur. Çaresizlik sizin içinizi her an kemirirken siz ölümü beklersiniz. İnadına, çaresizce…
Ben öleceğimi biliyordum. Sadece nasıl öleceğimi, ne şekilde, nerede öleceğimi bilmiyordum. Zaten artık önemi de yok. Evet, peşimde binlerce adam var ve hepsi de beni bir dakika da bulup hiç acımadan san ki ben insan değil de bir köpekmişim gibi vicdanları dahi sızlamadan, değil beş dakika bir saniyede beni öldürebilirler, biliyorum. Kaçmaktan başka çarem yok! Yinede sonuna kadar direndiğimi düşünüyorum.
Sıcak, yumuşak yatağımdan ve kokusuna hasret kalacağım evimden dün gece aldığım bir telefon sayesin de ayrılıp bu iğrenç, pis dükkâna geldim, mecburen. Telefon da konuştuğum şahıs kim bilmiyorum ama ona çok şey borçlu olduğumu inkâr edemem. Eğer haber vermeseydi çoktan ölmüştüm.
Dün
Yavaşça nazik bir şekil de elimi kavrayan küçük kız bana gülümseyerek bakıyordu. Bembeyaz elbise için de tıpkı bir melekti! Alyssa! Benim güzel kızım! Yeşil çimenlerin üstünde adeta kanatlanıp uçuyordu. Alyssa’yı gölgede bırakacak kadar olmasa da üzerine bastığım parlak yeşil renkli çimler ve ağaçların koyu yeşil rengiyle süslenmiş beyaz tüller. Her şey harikaydı! Sanki sanki cennetteydim…
- Bıtttzzzzz!
Kendimi yumuşak yastığımdan ve gördüğüm güzel rüyadan gerçek dünyaya döndürmeyi çalan telefonun tiz sesi sayesinde başarmıştım. Elimle hemen yanımda duran sandalyenin üzerinde duran telefona uzattım. Aç tuşuna bastıktan sonra, telefonu kulağıma dayadım ve uykunun vermiş olduğu sersemlikle yarım yamalak konuşarak;
- Alo? - Sarah hanımla mı görüşüyorum? - Evet, siz kimsiniz? (Nihayet kendime gelip düzgün bir soru sorabilmiştim.) - Benim kim olduğum önemli değil. Şimdi beni dikkatle dinleyin, tekrar etmeye vaktim yok. Öleceksiniz, hemen evinizi terk etmezseniz az sonra öleceksiniz! Çabuk olun bayan, çabuk olun ve saklanabileceğiniz güvenli bir yere gidin, şimdi! - Ama siz kimsiniz ve niçin beni uyardınız?
Cevap vermemişti ama ters bir şeyler olduğu ortaydı! Telefonu kapatmayarak bir süre gelecek yanıtı bekledim. Bana oldukça uzun gelen bir zaman zarfının ardından telefonda bir ses, gelecek olan felaketin habercisiydi sanırım.
- Sen! Seni hain sonun geldi pislik! - Ben, ben en azından insanları öldüren bir şerefsiz değilim. - Kapa çeneni! Avada Kedavra!
Ve sessizlik…
Uzun bir süre kendime gelemedim. Olanları algılamakta hala güçlük çekiyordum. Beni niye öldürmek istiyorlardı? Ben onlara hep yardım etmiştim, melezleri bulmaları ve öldürmelerinde onlara hep ben yardım etmiştim. Şimdi ise yani benimle işleri bitince beni adeta bir paçavra gibi kolayca fırlatıp atabiliyorlardı.
Kızım, Alyssa. Neyse ki dün onu babasına bırakmıştım. Orada güvendeydi çünkü Jackson bir ölüm yiyen değildi. Evet, en azından kızım güvendeydi, babasının yanında mutlu ve güvendeydi. Bunu bilmek ve bu inanca sarılmak bana mutluluk ve güç veriyordu. Yaşamak için hemen yatağımdan kalkıp, bavulumu hazırladım. Asamı da cebime sokuşturduktan sonra kapıdan dışarı çıktım. Yani her şeyin bittiği noktaya geldim. Kenara sıkışmış bir kedi yavrusu gibi pençelerimi sıkıp, ağlıyordum.
Neyse ki nereye gideceğimi biliyordum, eskiden işlettiğim Knoc Turn yolunda ki ‘’Acayip Dükkân’’ isimli boş ve çoktan kapatmış olduğum bu dükkâna cisimledim kendimi. Hiçbir büyücü veya cadı buranın yerini bilmiyordu çünkü daha açılmadan kapatmıştım burayı. Nedeni Ölüm yiyenlere katılmış olmamdı elbette ki. Üstelik öyle gerip bir sokaktaydı ki burada ki tek dükkândı. Kirli ve toz için de olan tezgâhın arkasında bulunan bölmeye geçip, yatağımı hazırladım. Kim bilir belki de ölene kadar bu dükkân da yaşayacaktım!
Bugün/Ölüme 1 saat
Son dakikalarımın olduğunu biliyorum. Bilmekten ziyade hissediyorum aslında. Her an beni bulabilirler buldukları anda ise yapacakları şey bariz ortada. Gözyaşlarım dinmek bilmiyor. Gözbebeklerimden akan ve dinmeyen yaşlar aslında çektiğim acıları simgeliyor. Dinmeyen ve belli ki ölünce de yüzümden silinmeyecek olan bu izler cesedim de ve toprağımda sonsuza dek benimle olacaklar!
Ne isterdim biliyor musunuz? Kızım Alyssa ile son kez konuşmak, ona doyasıya sarılmak isterdim. Aslın da bir mektup yollamanın bir zararı olmaz herhalde. Evet, son bir mektup! Geride bıraktığım iki şeyden biri de bu eski ve yıpranmış olan özür mektubu olacak. Henüz karalanmamış olan parşömenleri masamın çekmecesinden çıkarıp elime de kızımın armağanı olan tüylü kalemimi mürekkebe batırıp başlıyorum, acı mektubuma;
‘’ Canım kızım,
Nereden başlasam, ne desem bilemiyorum. Sözler boğazımda düğümleniyor ve ellerimi kenetliyor, yazmaya da mecalim yok ama bir yerden başlamak lazım. Daha sekiz yaşındasın belki de yazdıklarımdan hiçbir şey anlamayacaksın ama ileride beni anlamanı ve benden nefret etmemeni umuyorum. Kızım, yardım ettiğim bir takım soysuz insanlar benim kaderimi az sonra değiştirecekler. Ben senin yanında olamayacağım ama seni hep seveceğim, bunu bil ve mutlu ol benim güzel kızım Alyssa!
Annen Sarah… ‘’
Adeta ellerim titriyor, bu mektubu yollayacak gücüm yok ama son bir cesaret ile baykuşumu çağırıp gagasına özenle katladığım mektubumu yerleştirip eski kocam, Alyssa’nın babası Jackson’a götürmesini tembihliyorum. Arkamda duran pencereden süzülen başkuşum bir süre sonra gözden kayboluyor.
Ne acı! Ölümümü burada bu iğrenç dükkânda bekliyorum. Ölmeye cesaretim bile yok ama en azından şimdi, ilk kez, öleceğimi bilsem de bu iğrenç insanlara pabuç bırakmayarak düzgünce, insanca ölmek istiyorum. Böylece tüm o muggle’lara çektirdiğim acıları onlar gibi ölerek unutmaya çalışacağım. Biliyorum, onlar unutmaz ama affederler ve ben de affedilmeyi bekliyor olacağım.
Son dakikalar…
Baykuşumun kanat çırpışıyla uyandım. Yattığım yer son derece rahatsız olan deri dönen koltuk. Ama en azından ölünce binlerce toprağın altın da rahatça uyuyacağım. Hem de sonsuza dek. Ne kadar vaktim kaldı bilmiyorum. Açıkçası merakta etmiyorum. Nasılsa öğreneceğim.
Bir anlık dikkatle baykuşumun gagasında bir mektup tuttuğunu gördüm, bunu fark edince hemen mektubu önümdeki masaya bırakıp taburelerden birinin üstüne konup kanatlarını çırpmaya başladı. Ben de merak içinde mektuba uzanıp açtım;
‘’ Sen ne diyorsun Sarah? Yolladığın bu aptal mektupta neyin nesi? Başına bir iş açtın değil mi? Seni uyarmıştım, katılmamanı söylemiştim. Yine ben haklı çıktım. Her neyse çabuk bana nerde olduğunu söyle tanrı aşkına! Seni gelip alayım, bildiğim güvenli bir yer var. Seni bulmaları imkânsız! Bu arada Alyssa iyi merak etme.
Jackson…’’
Jackson, tüm yaşananlara rağmen hala iyi niyetli ve korumacı! Ama beni koruyamaz ki! Çok vaktim kalmadı biliyorum, hissediyorum işte! Yine de bir ümitle tüy kalemime asılıp bir başka parşömene Jackson’a yanıt veriyorum;
‘’Jackson, öncelikle iyi niyetin için teşekkür ederim, sonsuz teşekkür ederim. Yerimi biliyorsun aslın da. Knoc Turn yolunda ki 13 numaralı sokakta ki ‘’Acayip Dükkân’’ isimli dükkânımdayım, çabuk gel lütfen. Geldiğini asandan yeşil ışık çıkararak bildir.
Sarah…’’
- Burada bir yerlerde olmalı! Lanet karı, neredeysen çık ortaya! Uğraştırma bizi!
Bu ses sonumun geldiğinin sinyaliydi. Ben daha mektubu yollayamadan yerimi bulmuşlardı. Korkmanın, saklanmanın artık bir yararı yoktu, kenara sıkışmıştım! Bir feryat, daha çok ciyaklamaya benzeyen bir sesle ağlamaya başladım. Kendime hâkim olamıyordum. Ağlamamı durduramıyordum. Yine yapmıştım yapacağımı! Asilce değil, ölmemek için yalvaran pis bir Ölüm Yiyen olarak ölecektim.
- Sizi ahmaklar! İşte burada, buraya gelin çabuk. Gelin de Sarah Barton’un ölmemek için bana nasıl yalvardığını görün.
Kapı açılmış ve içeri Daniell Rudolphien girmişti. Dan, pis ve acımasızdır. Hiç kimseye merhamet etmez. En kötü insanlarda bile en azından bir vicdan olur ve bu vicdan bir gün, elbet bir gün sızlar. Ama Dan’de vicdan denen şey yoktu. Bu yüzden eminim ki onun vicdanı asla sızlamayacaktı.
Ben çaresizce yerimde oturarak ağlarken, Dan pislikten kısılmış gözlerini bana dikerek;
- Merhaba bebeğim! Görüşmeyeli uzun zaman oldu değil mi? - Dan, lütfen lütfen beni affet, her ne yaptıysam affet! - Seni affetmek mi? Cık, cık, cık hayır, olmaz. - Lütfen, lütfen. - Ne yani yaşadığımız onca şey için mi sana merhamet göstereyim, ha güzelim? - Sen, sen iğrenç bir pisliksin! - Haddini aşma Sarah! Ben derim ki son nefesini böyle aptal aptal konuşarak harcama. Bana beni ne kadar çok sevdiğini söyleyerek koy son noktanı bu saçma aptal hikâyeye. Ha ne dersin? - Yalnızca bir şey merak ediyorum. Ben size ne yaptım da beni öldürüyorsunuz? - Ah! İnan bana tatlım, kişisel bir kin değil! Yalnızca seninle işimiz bitti diyelim.
Son bir hıçkırık, son bir nefes! Son defa pencereden gelen temiz havayı koklamak ve kuşların eşsiz cıvıltısını sindirerek dinlemek ve işte benim sonum.
- Avada Kedavra!!!!
SON…
| |
|